15-16 Kasım’da Antalya’da gerçekleşecek G-20 zirvesi öncesinde hükümet tarafından son bir yıl içinde gündeme getirilen yenilenebilir ve fosil kaynakların kullanımları ile ilgili iddiaları derledik;
Küresel iklim değişikliği ile mücadele etmek için bağlayıcı taahhütler içeren yeni bir iklim sözleşmesinin hazırlanacağı BM İklim Değişikliği Sözleşmesi Taraflar Konferansı (COP 21) Aralık ayında Paris’te düzenlenecek. Tüm dünya için hayati bir öneme sahip bu toplantıdan iki hafta öncesinde, 15-16 Kasım 2015 tarihlerinde ise diğer bir önemli toplantı Antalya’da gerçekleşecek.
2015 yılı için dönem liderliğini Türkiye’nin üstlendiği G-20 grubunun 10. Liderler Zirvesi gündemindeki önemli konuların başında enerji verimliliği meselesi geliyor. Geçtiğimiz yıl Avustralya’da düzenlenen 9. G-20 buluşmasında ortaya çıkan ve ülkelerin gönüllü olarak desteklediği “G-20 Enerji Verimliliği Eylem Planı” üye ülkelerin, bilhassa teknoloji ve finans araçlarını kullanarak enerji verimliliği performanslarını arttırmaları için bir yol haritası sunuyordu. Ancak Eylem Planı’nın enerji verimliliğinin arttırılması konusunda hedef ve yöntemler sunmakla birlikte, yenilenebilir enerji seçeneklerine yeteri kadar yer vermemesi ortaya düşündürücü bir manzara çıkarıyor. COP 21’de hazırlanacak yeni iklim metninde kilit rol oynayacak G-20 ülkelerinin “enerji verimliliği, yenilenebilir enerji seçenekleri ve iklim değişikliği ile mücadele” alanlarındaki önemli bağlantıyı ne derecede dikkate alacakları konusunda şüphe uyandırıyor.
Bu vesileyle Doğruluk Payı olarak öncelikle G-20 Liderler Zirvesi’ne giden süreç ve sonrasında Türkiye’nin enerji ve iklim politikalarını gündemimize almaya karar verdik. Ülke gündeminin Suruç katliamı, Suriye’ye askeri müdahale ve koalisyon görüşmeleri ile meşgul olduğu şu günlerde işe fosil yakıtlar ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ile ilgili bugüne kadar yaptığımız 5 analizi derleyerek başlıyoruz;
Yenilenebilir mi, Fosil mi?
Türkiye kalabalıklaşan nüfusu ve büyüyen ekonomisine paralel olarak artan enerji talebini karşılamak için bilhassa 2000’li yılların başından beri çeşitli önlemler alıyor. Bu önlemlerin başında rekabetçi ve özel sektörün başat aktör olduğu bir enerji piyasası geliştirmek geliyor. Özel sektörün enerji üretim, dağıtım ve satımında aktif rol alması beraberinde çeşitlenen bir enerji sepetine sahip olmamıza olanak veriyor. Türkiye’de 2014 yılında üretilen elektriğin yüzde 80’e yakın bir kısmı kömür ve doğalgaz başta olmak üzere fosil yakıtlardan elde edildi. Ancak bu doğalgazın yüzde 98’i ithal edilmekte. Hal böyleyken yerli kaynaklardan azami şekilde faydalanmak 2023 için hükümet tarafından koyulan hedeflerin başında geliyor. Bu süreçte enerji politikalarımız özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam elektrik üretimi içindeki payını arttırmaktan ziyade, yenilenebilir ya da fosil ayrımı yapmaksızın, teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilir tüm yerli kaynaklardan faydalanmak üzerine kurulmuş durumda.
Halil Mazıcıoğlu - AK Parti: “Enerji sepetinde yenilenebilir kaynak oranı %40'a ulaştı ve bu oran birçok AB ülkesinin üstündedir.”

Belirttiğimiz gibi Türkiye öncelikli olarak enerjide dışa bağımlılığını mümkün olan en alt seviyeye indirmeyi hedefliyor. Bugün için kullanılan yenilenebilir enerji kaynaklar arasında en yüksek kurulu güç payına hidroelektrik santraller sahip. Türkiye’nin toplam kurulu gücü bugün itibariyle 71.000 MW’ı aşmış durumda. Bu kapasitesinin yüzde 35’ini hidroelektrik santrallere borçlu olan Türkiye rüzgar potansiyelinin henüz çok küçük bir kısmından faydalanarak kurulu güçteki payını şimdilik yüzde 5 seviyesinde tutuyor.
Güneş enerjisinin kurulu güç içindeki payı ise etki etmeyecek kadar az. Mazıcıoğlu’nun iddiasının AB ülkeleriyle ilgili kısmı için ise tek tek AB ülkelerini incelemek yerine Birliğin toplam kapasitesini dikkate alıyoruz. U.S. Energy Information Agency’nin 2012 yılına ait verilerine göre AB’nin kurulu güç kapasitesi 948 bin MW’dır. Bu kapasitenin 317 bin MW’ı, yani yüzde 33’ü yenilenebilir kaynaklardan karşılanıyor. Bu durumda kurulu güç içindeki yenilenebilir kaynak kapasitesi bakımından Türkiye’nin AB ortalaması üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. Mazıcıoğlu’nun iddiasında doğruluk payı vardır. Fakat kurulu güç içindeki yenilenebilir enerji potansiyelinin AB ortalamasının üzerinde olması Türkiye’yi rehavete sokmamalı.
Yenilenebilir kurulu güç oranımızın yüzde 40 olması, elektrik üretimindeki yenilenebilir payının yüzde 40 olduğu anlamına gelmiyor. 2014’teki elektrik üretimimizin sadece yüzde 20’si yenilenebilir kaynaklardan sağlanmış.
Taner Yıldız - AK Parti: ''Biz şu anda yurt içindeki kuyulardan yaklaşık 50 bin varil petrol elde ediyoruz.''

Türkiye’nin ham petrol rezervleri bakımından zengin bir ülke olduğu söylenemez. Petrol İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre Türkiye’deki üretilebilir petrol rezervi 189 milyon ton civarında. 1954-2014 yılları arasında bu rezervin büyük kısmı; 142,6 milyon tonu kullanılmış bile. 2014 yılında 2,4 milyon ton petrol üreten Türkiye aynı hızla üretime devam etmesi ve yeni kuyuları işletmeye açmaması durumunda yaklaşık 20 yıl içerisinde geriye kalan 46 milyon tonluk rezervini tüketebilir. Taner Yıldız’ın açıklamasına dönecek olursak yıllık 2,4 milyon tonluk üretim miktarı günlük 47 bin varile denk geliyor. Yıldız’ın yaklaşık 50 bin varillik iddiasında kayda değer ölçüde doğruluk payı vardır diyebiliriz.
Nihat Zeybekçi - AK Parti: “Şu anda dünyadaki kömür ihtiyacının %40'ını ABD tek başına karşılıyor.”

Guardian’ın araştırmasına göre bugün dünyada tüketilen kömür miktarı 1980’e göre yüzde 105,5 oranında artış göstermiş. Aynı dönemde dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 60’lık bir artışla 4,5 milyardan 7,3 milyara çıktığını düşünürsek insanlık olarak kişi başına düşen kömür tüketimimizin arttığını söyleyebiliriz. Dünya ortalamasındaki yüzde 105,5’lik artışın çok olduğunu düşünüyorsanız Çin’in aynı dönemde kömür tüketimini yüzde 611 arttırdığını duymak sizi daha da çok şaşırtacaktır.  Çin bugün tek başına neredeyse dünyanın geri kalanının tükettiği kadar çok kömür tüketiyor.
Çin 2014 yılında 1845 milyon ton petrole eşdeğer kömür üretimi gerçekleştirdi ve bu performansıyla en yakın rakibi ABD’nin üretimini (507 milyon ton) neredeyse 4’e katladı. Ayrıca Çin bu performansıyla dünyada üretilen kömürün yüzde 46,9’unu da üretmiş oluyor. Bu durumda Nihat Zeybekçi iddiasını ABD yerine Çin için dile getirmiş olsaydı doğruluk payı vardır diyebilirdik. Ancak bu haliyle doğruluk payı yoktur diyoruz.
Taner Yıldız - AK Parti: “Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Almanya’daki yerli kömürden üretilen elektrik oranı %43’ler civarında.”

ABD Çin’den sonra dünyanın en büyük ikinci kömür üreticisi. Ancak kömürün toplam elektrik üretimindeki payı Taner Yıldız’ın iddia ettiği kadar büyük değil. U.S. Energy Information Association (EIA) verilerine göre ABD 2014’de elektriğinin yüzde 39’unu kömürden elde etmiş. Almanya ise enerji politikaları konusunda dünyadaki en ilgi çekici ülkelerden birisi durumunda. Özellikle 2011’de Japonya’nın Fukuşima şehrinde gerçekleşen nükleer santral kazasından sonra nükleer santrallerini kapatmaya hız veren Almanya rüzgar ve güneş enerjisi yatırımlarını arttırırken, enerji açığını kömürle kapatmaya da devam ediyor. 2000’lerin başında Almanya’da nükleerin toplam elektrik üretimindeki payı yüzde 30’lardayken bugün bu oran yarı yarıya azalmış durumda.
Avrupa’da tüketilen toplam kömürün ise 4’te 1’i Almanya’da kullanılıyor. Kömür kullanımı bundan 30 yıl öncesinde yüzde 60 seviyelerindeyken bugün hala yüksek kabul edilebilecek yüzde 45-47 seviyelerinde. ABD konusunda yanılan, Almanya konusunda ise az bile söyleyen Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın iddiasında kısmen doğruluk payı vardır diyebiliriz.
Taner Yıldız - AK Parti: “Almanya enerji ihtiyacının %43’ünü kömürden karşılıyor. Türkiye ise  %28’ini kömürden karşılamakta.”

Türkiye’de yenilenebilir enerji denilince akla ilk olarak HES ve barajlar gelmekte. Yenilenebilir enerji alanında elektrik üretimine en büyük katkıyı hidroelektrik santrallerin yaptığını söyleyebiliriz. 2008-2009 ve 2014 yıllarındaki kuraklık dönemlerinde hidroelektrik santrallerin elektrik üretimindeki payı yüzde 16’ya kadar düşmüş olsa da yağışların beklenen seviyelerde olduğu yıllarda bu oran yüzde 25’lerde seyrediyor. 1990’dan bu yana elektrik üretimini 4 kattan fazla arttıran Türkiye’de elektrik hammaddesi temininde giderek dışa bağımlı bir hale geldi. 1990 yılında elektrik üretiminde kömürün payı yüzde 34, hidroelektriğin payı yüzde 41’ken, ithal edilen doğal gazın katkısı yüzde 17’ydi.
2012’ye gelindiğinde artan elektrik talebinin büyük kısmının; yüzde 43’ünün ithal doğal gazdan karşılandığını görüyoruz. 1990’dan 2012’ye kadar geçen sürede kömürden elde edilen elektrik miktarı 19 TW/saat’ten 64 TW/saat’e, üç kattan fazla artıyorken, oransal olarak bir gerileme gerçekleşiyor ve kömürün payı yüzde 34’de yüzde 28’e düşüyor. Taner Yıldız’ın bu iddiasını doğruluk payı vardır şeklinde değerlendirmiştik.